29 Nisan 2011 Cuma

Başımıalıpnereleregitsem.mp3

Karayolu ulaşımından nefret ederim.
Oldum olası.
Özellikle de toplu taşıma ile yapılan şehir içi karayolu ulaşımından daha da nefret ederim.
Allah’ta gitti, bana inatmış gibi bir gün içinde şehir içinde gidebileceğim en uzak yolu verdi. Ya da bu amk okulunu kim şeedip bana düşürüyosa o işte.
Böyle acıklı bi durum daha yok abi, boşuna uğraşmayın. Taytanikmiş bilmem neymiş hepsi hikaye. Benden ala dram mı var lan?!
Düşünsene, hafta içi her Allah’ın günü Beykoz-Maçka arasına kazık çakıyorum resmen saatlerce. Trafik şeysi bilmem ne… Bu ne abi yaa?!!
Hayat döngüm oğadar sinir bozucu ki… Demet Akalın şarkılarıyla daha çok eğlenirsiniz, o derece.
*Saat 05.30’da kalk.
*Otobüs yolculuğu.
*Saat 8’de derse gir –kılı kılına yetişmek şartı ile–.
*Saat 16.35 –Salı günleri 17.10– ders bitiş.
*17.30’da –Salı günleri 18.10– Mecidiyeköy’den otobüse bin.
*Otobüs yolculuğu.
*Saat 19.00 –Salı günleri 19.20– eve giriş.
*Yemek ye.
*Saat 21.30 uyu –çünkü uyumazsan 05.30’da kalkamazsın–
*Saat 05.30’da kalk.

Bu ne olööm?! Bu nee?! Nerede sosyal hayat?! Nerede sanal dünya?! Nerede alemler?! Diskolar barlar?.. Nerde lan nerde?!!!1bir!11!
Bazen eve gidince hüngür hüngür ağlıyorum. Çok ciddiyim.
Annem beni bu halde görünce ya da en ufak yakınmamda hemen ‘’Ben sana demiştim Ümraniye’deki okula git diye, babanla bir oldunuz, tutturdunuz orası olsun diye, iyi oluyo sana’’ diyo.
Lan ‘gönderecektim’ dediği okulu bir görseniz… Yemin ediyorum ya hapçı olurdum orda ben, ya da katil. Berduş olurdum, derbeder olurdum. Arabesk dinlemeye başlardım, emanet taşırdım. ONU BIRAK APAÇİ OLURDUM LAN!!! Ya da emo!
Sonrasında okulu da gösterdim ben ona, kendi de biliyo ne tür bi mallıktan bahsettiğini. ‘’Senin göndereceğin okulu da biliyoruz anne soos’’ deyince de ‘’Canım oraya göndericem diye bi şartname yoktu ki sonuçta, ben seni Dilruba ablanın lisesine gönderecektim. Orası süper liseydi eskiden, çoğiyi’’ falan diyo. Her poha bi cevabı var. Ona kalsam açıkta kalırdım var ya, garanti yani.
Artık geçti zaten de…
Şimdi şu üniversite sınavının adı en son ne olduysa ona girmeye oldukça yaklaştım. Evdekiler dersane diye ötüyolar. Bütün arkadaşlarım başladı. Ben yatmalardayım.
Aslında gaza geldim, gidecektim. Hatta öyle bi geldim ki ‘’Bu haftasonu hemen gidip yazdıralım’’ falan dedim. Kabul de ettiler. Ama bi akşam oturup düşününce iç sesim dedi ki ‘’Lan Büke! Sen amuha koydurtmak mı istiyosun olm?! İstiyosan söyle, uğraştırma beni.’’
Bi düşündüm, haftasonlarımı heba etmemi falan geçtim, bi an sadece etüd olan bir haftaiçini düşündüm. Eve saat 22.00’larda geldiğimi, sınav zamanları her şeyin dötüme gireceğini, saatlerce dersanede kafamın ütüleneceğini, gitmemek için her Cuma akşamı bahane düşünmek zorunda kalacağımı, ve tüm bunların sonunda dersanenin hiçbir şekilde işe yaramayacağını çok iyi bildiğimi düşündüm… Düşündükçe derinlere indim, indim, indim… Ve en sonunda iç sesim bile isyanları oynadı.
LAAN SİTTİR GİT!!
Saçmalamamalıydım. Anneme sebepleriyle birlikte vazgeçtiğimi söyledim. Kadın bile –o bile– aynı düşünüyomuş da hevesimi kırmamak için söylememiş. Ya ben bunu fark etmeseydim?! Ölüm fermanımı imzalamış olurdum lan!
Böylece bu sevdamdan da vazgeçmiş oldum. Ha, ters yönde ya da uzak yerlerde oturmak çok mu kötüdür? Kesinlikle hayır. En azından kötü hava koşullarını yakaladığım an okula gitmemek için evdekilere üretecek harika bir bahanem var. Yeani.
O değil, ben üniversitede İngiliz Fürolojisi osun, Simultane Tercümanlık olsun –yabancı dil olsun da hangi bölüm olursa olsun– bi bölüm seçmeyi planlıyorum. Geçenlerde İTÜ’nün Yabancı Dil Fakültesinin de Taşkışla kampüsünde olduğunu öğrendim. Şimdi benim bok şansıma gider üniversitede de lisemin yanı başı tutar…
Ama olsun. Sık sık gider, bizim cünyırları ezerim, stres atarım final haftaları falan. Üçünü beşini pataklarım, ooh.
Nea?! Hayattan zevk almasını bileceksin olm, yoksa geçer mi koca ömür?!

Derbeder Gençlik

Gıcık bir biyoloji dersinden daha selam.
Bun sırf derste sığılıp derse katılmadığımdan ve hocanın başıma gelip ‘’neden söylediklerimi yazmıyosuon’’ dememesi adına bişeyler yazıyormuş havası yaratmak için yazıyorum.
Yoksa sizi sikleyen yok yani. Asd.
YÖNETİCİ MOLEKÜLLER(NÜKLEİK ASİTLER):
Hoca yanıma gelince yazdım lan. Yoh öyle bişey.
Hazır şu aralar hocaya kılım, dur onu çekiştireyim, üstüne bi de Facebook’ta paylaşayım da ekli olan hocalar da görsün, müdüriyet Paris..
Abi coştu bu karı ya! İlk dönemde de yapıyodu ama buğadar değildi. Kafayı yedim lan ilk dersinden. Sıradan sözlüye kaldırdı ilk dönem kalanları, kimse bi poh yapamadı tabii. Neymiş, 1. Dönem kaldığımıza göre yarıyıl tatilinde çalışmış olmamız gerekirmişmiş. Kim çalışır lan tatilde?!! Bütün millet tee fizandan geliyo zaten. Millet yollarda çilekeş olmuş, kafayı yemiş. Kim çalışacak lan?! Kim kim KİM?!!! Öküz gibi yatmak varken…
Bi de yeni bi uygulama başlattı başımıza. Teallam! Neymiş -sonra zurna olmuş-, bir sonraki haftanın konularını çalışıp biz anlatacakmışız. Tamam. Buraya kadar her şey gayet normal –aslında değil tabii ama idare eder-. Şimdi bi de şunu duyun. ‘Hoca konuları dağıtmayacakmış’. Her hafta herkes çalışacakmış, o kimi isterse onu kaldırıp anlattıracakmış. Ulan o paraya niye alıyosun o zaman?! Ben anlatacak olsam gider öğretmen olurum amk. Kendi kaldırıp götü anlatamıyo tabi, o oturcak biz anlatıcaz. Yok yeaa…
Zaten otobüslerde derbeder oldum, keş oldum, isyankar oldum, rakçı oldum. Hayat rutinim göt gibi. Bi de sınav dönemi gece yarılarına kadar oturup ders çalışma muhabbeti var. Sonra bunlara bi de her hafta biyoloji çalışmaları eklenicek. Apaçikeş!
Diyoruz ders işlemiyo diye dilekçe falan şeettirelim, idarenin kıçını yalıyo karı, hangi dilekçe?..
Hani bişey desek bizi siklemeyi bırak, okumazlar bile. Sınıf hocamız kanka olmuş zaten karıyla. Beş çayları, kekler börekler falan –göz hakkı var onu da söyliyim yani, biz devre kuralım, onlar alem peşinde-. Bişey diyince direk onu savunuyo tabii. Ayıp yua.
Bütün ders hocayı alt etmek hakkında planlar yaparken bi yandan da öküz gibi yazı yazdık zaten –daha doğrusu ben yazmadım (H)-. Sinirliyim abieğ!
Acilen bişeyler yapmamız lazım. Yoksa bu gidişle bundan da kalıcam.
Derbeder gençlik.

1 Mart 2011 Salı

#blogumadokundular

Blogspot kapanmışmış mıymış mı?
Nasıl yeani.
Oha şok!!!

Bilgisayarı nasıl açtığımı bilmiyorum valla.
Şoklar içinde kaldım. Nagiş yazıyo:
-Bebikk :D
-Blogspot kapatılmış amuha goyim yaaaa.
-Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa niden?
-Ne biliyim ağzına sıçim yaaa.
-Kayıtlar?
-Taslağa çekiyorum şimdi.
Ve bunu yaparken aptal beyinsiz özürlü olarak bunu nasıl yapabildiğimi nedense hiiç sorgulamıyorum. Siteye nasıl eriştim onu bile sormuyorum kendime. Oğadar kendimden geçmişim yani. Ağlicaktım lan. Mal mal sitelerle, dandik bloglarla muhatap olmak zorunda kaldığımı düşündükçe sinirden kudurdum falan. Twitter'a girdim #blogumadokunma'ya baktım. Orada ahanda şunu gördüm: ''trajikomik bir durum:imac'den giremedigim bloguma dns ayari degismis macbook'tan giriyorum ve su anda ikisi yan yana duruyor'' by zulayk. Birden Maçka yolları misali olan BükeÖzer Jeton hattı işledi. -OHA o.O Tumblr'da son paylaştığıma acilen bak tamam? o.O-  Kafamda o clik sesi duyuldu. Birden Berkcan'ın Yuutub için dns ayarlarımı değiştirmeme yardım ettiğini hatırladım. Takip eden 5 saniye boyunca ne kadar mal olduğuma dair 216545 tane clik sesini de duyduktan sonra, bu mutlu anı ölümsüzleştirmek için buraya bişeyler karalayayım dedim.
İyi ettim.
İstediğin kadar #blogumadokun oğkeey?
Çok da çükümde yeani.
Berk'i de seviyorum.
Görüşürüz.

27 Şubat 2011 Pazar

Ekşın.

Anlattığım gibi efendim; 3 kızız koca sınıfta. 9. sınıfta 5 kişiydik aslında, sonra ben kalan 4’ünden bi salakla kavga ettim, okuldan ayrıldı o.O
Biri de 10. Sınıfta kalınca okul değiştirdi. Ama o iyiydi. Severim keratayı.

Biz kaldık 3 kişi.
E tabii 3’ümüz de göt göteyiz. Yapabileceğimiz başka bişey yok.
Sabahları birlikte gidiyoruz, akşamları birlikte dönüyoruz falan. Okulda hep birlikteyiz zaten.

Bu metni yazdığım günün sabahı da her sabahki gibi Mecidiyeköy’de Elifcan’la buluştuk. –Hoca duş diyo, aklıma kişiselimde yazan ‘’Sen izdiyoru biri geje, ben izdiyoru dujj, o zaman verejek 150 dalır’’ ~Evet tam olarak bu yazıyo~ sözü gelip duruyo.- Osmanbey’e geçtik. Niyetimiz Buse’yi de alıp okula geçmekti. Mesaj attık ‘’Neredesin?’’ diye, iletilmedi. Bi daha attık, yine iletilmedi. İletilmedi, iletilmedi. Saat oldu 45, biz de yürüdük okula geldik.

Sınıfa girdik, derse girdik, o gelmedi. Telefonuna da bakmıyordu. Kesin yolda ölmüştü. Başka ihtimal kalmamıştı. Gelmeyecek olsa gelemeyeceğini belirten bir mesaj atmış olması gerekirdi. Atmadı. Demek ki ölmüştü.
Annesini aradık, cevap vermedi falan. Demek ki annesi de ölmüştü.

O sırada Buse’nin eski sevgilisi X’in, yapılan yoklama sonucunda bugün gelmediğini görmüştük. Oha o.O. Birlikte mi kaçmışlardı? Yok yua. O hala diğer eski sevgilisi Y’yi sevmekteydi. X’le kaçmazdı. O zaman X ve Y kavga etmeye Maçka Parkı’na gitmişlerdi. Buse de onları ayırmaya gitmişti.

Buse’den haber alamayınca mesaj attığımız N(kız) de cevap vermiyordu. Bu durumda N de Buse’ye bu konuda yardım etmeye gitmişti. Bu sırada bizim sınıfımızda olan N’nin abisi, Y’nin mahalleden arkadaşı ve Buse’nin en yakın erkek arkadaşı olan Z’nin de –herife bak aşiret kurmuş o.O- gelmediğini gördük. Bu durumda o da kardeşinin peşinden gitmişti. Yine bizim sınıfta olan ve Z’nin en yakın arkadaşı M’nin de gelmediğini görünce bütün her şey netleşmişti. Sıralamayı doğru kurmuştuk ve o da Z’nin peşinden gitmişti. Aman tanrım olay karışmıştı.
Çok heyecanlıydı. Y kesin X’i döverdi. Gerçi Y’nin de temiz bir dayağa ihtiyacı vardı, aklının başına gelmesi lazımdı. Ama Z’de olay yerindeydi. X’in hiç şansı yoktu, kesin dayak yiyen taraf o olacaktı. Biz burada mal mal yılan oynarken, bir sokak aşağımızda kan çıkmıştı.
-0212….. arıyo. Kim bu lan?!
-Aaa! Buse’lerin ev. Aç.
-Tok… Alo?
-Alooğ.
-NERDESİN SEN GERİZEKALI?! ÖLDÜK MERAKTAN!
-Ya sabah kalktığımda boğazlarım çok ağrıyodu. Annem yat dedi. Yattım bendeeğ.
-!!!
-Alooğ??
-Amk senin Buse.
-Ne?!!
-…
Kavga yoktu. Ekşın yoktu. Buse öküz gibi uyuyordu. Dünya normal seyrindeydi. Tek atraksiyon biz ve bizim yaptığımız mal hareketlerdi. Her şey yalandı. Güldüğü de yalandı, sarılmaları da… Sevdiği de yalandı, seviş… LAN o.O

Sonuç olarak biz abidik gubidik hareketler yaptığımızla kaldık, heyecan yaptık, triplere girdik, ama bi bok yokmuş yani. Zaten bu yazdığımız harika hikayeden sonra ben kesin sinema dünyasına adım atıyorum söyleyeyim. Senaryoları sıçıp sıçıp kırıcam parayı, vurucam kırbacı. Sonra da götüm kalkıcak, yüzünüze bile bakmicam.

Görürsünüz.

Bir kız nasıl hayattan soğur?!

Geçen gün Berkcan’la konuşuyoruz –klasik- çok rahatsız olduğum bir konuya da değinmeden geçmedik.

Bildiğiniz üzere –ve lanet olsun ki- ben elektrik-elektronik öğrencisi bir bayanım. Ve tabii bu bölüm baysal –hayır o bir adam değil- bir yani erkeksel olarak çok yoğunsal –sallara aşkım nedir abi?! Koca tekneler dururken- ve revaçta olan bir bölüm. Doğal olarak bizim sınıfta aynı kaidelere uygun olarak düzenlenmiş.

Efenim, siz siz olun, sakın 27 erkeğin arasında 3 kız olarak okumayın. Hatta bırakın okumayı, aralarına düşmemeyi becerin yeter. Valla bak. Hani Nil Karaibrahimgil’in ‘Bütün Kızlar Toplandık’ şarkısında dediği gibi ‘’2) Seks, para ve futbol hep sohbetleriii..’’

Bizimkiler para konuşmuyo gerçi. Onu çıkarıp yerine arabayı sokabilirsiniz evet. Bir insan günde 3 öğün araba muhabbeti yapmaktan nasıl bıkmaz arkadaş yaa?! Hepsinin liseden mezun olunca alabileceği tek şey borbetli şahin, hayır yani neyin tasası bu?..

Futbol ayrı bi olay. Ellerinde gazete, iddiaiddiaiddia –fakefakefake gibi oldu- başka işleri güçleri yokmuş gibi… Hak veriyorum da aslında. Öğrenci maaşı kime yetmiş ki onlara yetsin?! Ek gelirlere başvuruyolar böyle işte.

Gelelim asıl meseleye… Tabii ki konuşmamın bu kadar masum kalacağını düşünmemeliydiniz. Benden bahsediyoruz şurada.
Efendim… Tamam, ergeniz, kanımız kaynıyo hepimizin, ve bu kural her birey 22-23 yaşlarına basana kadar da devam eder… Evet, tamam… Herkes kıpır kıpır, herkes de böyle bi acayip hareketler falan. Evet, tabii. Ama erkeklerin ergenliği de ayrı bi mevzu imiş ya. O ne? O nasıl bişey? O ne durdurulamaz bir kuvvet? Yavrum Coşkun’da bile yoktur böylesi enerji. Biyoloji kitapları yazıyo ya hep ‘’13-22 yaşları arasında erkeklerde görülen gelime sürecinin belirtileri vücudun bazı bölgelerinde kıllanmayla baş gösterip, sakal ve bıyık çıkması, sabah ereksiyonları, aşırı enerji, vücudun bazı bölgelerinde gelişme, ve surat hatlarının oturmasıyla kendini göstermeye devam eder.’’ falan diye. Bu kadar süslü cümlelere gerek yok. Erkeğin tipi iğrençleştikçe azar ve 22sinde de yakışıklı bir delikanlı olup kızlar artık ona bakmaya başlayınca bulur bi karı ziker kendine gelir falan deseniz de olur yani.

Hayır, gerçek olayı zaten yapamıyolar onu anlıyoruz da –şimdi sorsam ‘’yöö yapmadığımızı nerden biliyosun ki ahuahuahuahahaaa’’ falan yapıp kendi aralarında anırırlar böyle ;U-, kendi kendilerini pandiklemeler, dayaşmalar, sıranın üstüne yatırıp okşamalar, birbirlerini kamçılamalar falan onlar nesi onu anlamıyoruz. Neyin dışarı salımı?
He bir de bunların orjinallerini anlatma merakı da var pardon. Zaten asıl mesele de o. İşe o beni benden alan, işte o beni triplere sokan…

Gereksiz bi üstünlük yarışı, kiminki daha büyük turnuvaları, ilk ilişki maceraları… Böylesi itirafediyorum.com’da bile bulunmaz. Bu kadar konuşacaklarına alıp liste halinde yazsalar, sınıfın kapısına assalar daha iyi. En azından kulağımıza çalınmalar, aslında bi bok duymuyomuş gibi davranmak için kulaklıkla sınıfın içinde dolaşmak zorunda kalmalar falan biter, isteyen bakar isteyen bakmaz. Olur biter yani.

Sözüm ona sessiz konuşuyolar. Birdebanasor.mp3
Hayır, genel şeyleri dinlesek ‘’aa çok önemli de değil, konuşsunlar, nasıl olsa bilinmedik bişey de değil’’ falan deriz. Ama erkeklerin vücutlarında gerçekleşen her boku kendi anılarıyla birlikte dinlemek ve öğrenmek gerçekten katlanılacak bişey değil. Şu an bunu okuyan bay arkadaşım! Hiç gizemli çocuk triplerine girme abi, her bokunu biliyorum.

Ruhumu çok yaralayan, bende geniş ergenlik travmaları yaratmış hikayeler oldu. Sonu hüsranla biten, acıklı hikayeler oldu. Heyecanlı, ateşli hikayeler oldu. Şu sınıfın dili olsa da konuşsa ;U

Hoş şeyler değil. Gerçekten. Bırakın, ecelimizle öğrenelim. Bırakın.

Eğer hayata olumlu bakmak istiyorsanız sevgili SBS temposu içinde çırpınan kız arkadaşlarım, sakın erkek yoğunluklu bi bölüm seçmeyin. Baştan söyleyeyim.

Sosyal mesajımı da verdim. Çok duyarlıyım.
Harikayım.
Ben de sizi seviyorum.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Fade Out Masalı.

(Fade Out'la okuyun. Çünkü ben yazarken onu dinledim.)
Kız, kitaplarını çantasına koymadı.
Çocuk, gitarını yanına almadı.
Köpek havlamadı.
Kız köpekten korkmadı.
Çocuk simit almadı.
Çöp kamyonu geçmedi.
Kız otobüse binmedi.
Çocuk doğru yöne sapmadı.
Hurdacı geçerken bağırmadı.
Kız çalan telefonuna bakmadı.
Zaten telefon hiç çalmadı.
Yağmur başlayınca şemsiyesini açmadı.
Çocuk ellerini ovuşturmadı.
Su solu çukura hiç basmadı.
Kız okula geç kalmadı.
Çocuk okula gitmedi bile.
Kız koşmadı.
Çocuk koşmadı.
Kız sokağın sonuna geldi.
Çocuk sokağın sonuna geldi.
Ve köşede çarpıştılar.
Kız eğilip kitaplarını toplamadı.
Çocuk ona yardım etmedi.
Hiç göz göze gelmediler.
Kız yürümeye devam etti.
Dönüp arkasına bile bakmadı.
Çocuk arkasından hiç bağırmadı.
Arkasını döndü, yürümeye devam etti.
Ve sonsuza dek mutlu oldular...

Züğürt Avuntusu.

İtiraf ediyorum.
Hep buz pateni yapmak istemişimdir.
Böyle seksi seksi kayıyo ya o Brian Joubert. Öyle olmak istemiştim hep. Hala da istiyorum gerçi. Böyle kendimi olimpik buz sahasında kayarken hayal ediyorum falan müzik dinlerken -psikopatlığın bu kadarı o.O- Müzik dediğim de Radiohead olsun, Kimbra olsun, efendime söyleyeyim böyle cins abidik gubidik gruplar olsun, tisko olsun... Öyle yani.
En çok da Michael Bublé-Feeling Good ve Garbage-Queer'de. Çok seksli lan.

Zaten bu ünlü patenciler neden gider de Kuğu Gölü Balesi'nde yapar şu işi anlayamadım hiçbir zaman. Benim gibi müzik kulağı iyi ve geniş arşivli bi insanın bile içi bayılıyo kimi zaman. Şöyle adam gibi Muse'dan, Coldplay'den, Radiohead'den falan çalsan, seyirci mest olsa... Ya da Aggro Santos-Candy falan çalsan, seyirci kopsa... Kötü mü olur?! Şahsen eğlenceli ya da popüler müzikle kayanlarınkini daha çok beğeniyorum ben. Daha eğlenceli. Müzik kendini dinlettiriyo, dans kendini izlettiriyo, seyircinin içi kıyılmıyo. Hem temposu yüksek şarkılarda yapılan danslar daha seri oluyo izlediğime göre, öyle yani.

Ben olsam öyle yapar, seyirciyi coşturan kendinden geçiren kız olurum, kazanamasam bile bi havam, bi ismim olur.
Yanlışsam, yanlışsın de.
Yeani.

Vlogvuar Köpekleri.

Simsponge'ın da vlog olayına girmesiyle bu işe oldukça sıcak bakmaya başladım, evet. Uzun zamandır ''Ask Shane''i -özellikle ünlü taklitlerine ve sözlerini kendi yazdığı komik şarkılarını söylemeye başladığından beri- deli gibi takip ediyordum. iJustine'de sıkılıyorum ben yua -artiz ruh hali-. Simsponge'da bu olaya girişince aslında çok zor olmadığını şeettim. Çok özendim, gittim ben de bi yuuyub hesabı açtım. Profil sayfamı güncelledim falan. Hazırda da bi videom var, arkadaştan alabilirsem soru şeysinden önce bu videoyu koyup yerimi bi sağlamlaştırayım diyorum. -Arkadaşım ''yıhaaa'' diye bağırıyo o.O- İşte öyle, hesabı hazırladım. Milleti subsıkraybladım falan. Videolarımı bekliyor kendileri.

Simsponge gibi seks diyemem, ama olsun. Masat uğraşmak. Belki size Castin Biğbır taklidi bile yaparım. Sponge özentisi derler bana. Sonra ben derbeder olurum, emo olurum.
''Yaa bir sürü aynı kıyafetle çekilmiş fotoğrafım vuar. Siz hala bana fakefakefakefake diyosonooz. Eminim ben bu videoyu çektikten sonra da siz bana fakefakefakefake demeye başlicaksınız -ki önceden başlanan ve henüz sonlandırılmamış bir eylem tekrar nasıl başlar o ayrı bi muamma ama- Valla... Bilmiyorum... Oha falan oldum yaneii...''
Beni de alsanıza aranıza... Ben de vlogger çocuğuyum.

Tamam, sustum.

At Hırsızından Hallice

Eski biyografimden -ki hala Formspring'de kayıtlı biyografimden- ötürü bir çok tepki aldım. Olumsuz değil de tuhaf tepkilerdi bunlar. Özellikle çevremde beni çok iyi tanımayanlar -ya da sanalda anonimler ;U- biyografideki tek cümleye oldukça takılmışlar. Hazır haydutluk maceralarımı da anlatacağıma söz vermişken kafanızdaki soru işaretlerini yok etmek adına bunu da aradan çıkaralım.

Evet, koluma bildiğin demir soktum tamam mı?! Çok trajikomik bir hikayeydi. Korkunç değildi. Ciddiyim. Okuyunca hak vereceksiniz.

Sanırım 7. sınıfın yazıydı. Oldukça sosyal geçen bu yaz, OKS'ye hazırlık dönemine girmeden önce geçirdiğim son ve en mutlu günlerdi. Akşama kadar arkadaşlarımla buluşuyor, anneciğimle geziyor, akşamüzeri eve gelince de... dışarı... çıkı... yordum. Evet.

Bilmem kaç Ağustos 2007 yılı... Sıcak ve nemli bir yaz sabahına mutlu bir şekilde saat 07.30 sularında uyandım.Kahvaltımı ettim, müzik dinledim. Her şey rutininde ilerliyordu. Dünya güzeldi falan.

-Şu konuya da açıklık getirelim; Benim amk yıldızım çok düşüktür. Şöyle ki, birisi bana ''aa papuçların negzeeel'' dese bunu takip eden 3 saniye içinde takılıp düşmezsem ya da ayağım burkulmazsa ya da ayakkabının topuğu kırılmazsa bilin ki kıyamet kopacak.-


O gün bütün sabah rutinlerimi hallettikten sonra annemle birlikte Üsküdar'daki akrabamıza<3 gitmek üzere yola çıktık. Otobüsten indik. Cuma pazarını gezdik asd. O yoldan yengeciğimin<3 evine çıktık. Orada geçen zamanımızı, gereksiz havadan sudan konuşmalarımızı, hiçbir şeyi anlatmayacağım. Sadece onun bir ara kurduğu şu cümleyi bilseniz yeter;
-Ay maşallah Büke kız, KOLLARIN DA ÇOK GÜZELMİŞ, etli butlu, oh oh. 
............

Akşam eve döndük. Saat 6'ydı sanırım. Sokağa çıktım. Voleybol oynadık falan. Sonra ''saklambaç oynamaya karar verdik''. Aramızda ''o piti piti'' yaptık (!). Mehmet arkadaşımız ebe olacaktı. Yumdu gözünü, saymaya başladı. Tabii ki benim saklanacak yerim çoktan hazırdı. Almanya'daki ailenin evinin bahçeleri -zincirleme isim tamlaması- ne saklanacaktım. Saymaya başlayınca hemen oraya koştum. Aman Allah'ım o da ne?! Kapı kitliydi. (Buradan sonra Jaws müziği girebilirsiniz.)

Ama sorun değildi. Bugüne kadar sıkça yaptığım birşeyi yapacaktım. Aklımda k5 tipli ifadeler dolaşıyordu.Çünkü beni asla bulamayacaklardı. Nihahaha'ydı. Dünya çogzeldi.

Evet, demirin takılı olduğu duvarı tırmanırken düşüncelerim tam olarak bunlardı ve bunlara geniş bir kötü kadın Müzeyyen gülümsemesi eşlik etmekteydi. Duvarı tırmandıktan sonra demirlerin süslemelerine ayağımı attım. Çok artizdim. Nasıl olsa defalarca yapmıştım. Bir sonraki süslemeye tırmandım. Ve diğer ayağımı sivri demirlerin üzerinden atarak tersten tekrar süslemelere bastım. Diğer bacağımı dolandırıp süslemelere bastım, artık içerideydim. Dünya çogzeldi.
(Jaws müziği vol 65)
Sonrası oradan aşağı inmekti. Rahat.

Ayağımı bir aşağıdaki süslemeye atıyordum ki ayağım kaydı. Diğer ayağımda düştü. Yukarıda bluzumun kolu yırtılmış ve demirde asıl kalmamı sağlamıştı. Kendimi toparladım. Tekrar demir süslemelere basarak dengemi sağladım. Takılan bluzumu çıkarmam gerekti. Lanet olsun! Bir de eve gidip üstümü değiştirecektim. Tam da oyunun ortasında...
''DURUN!!''
-78,79,80...
-DURUN DİYORUM'
-85,86,87,88...
(Bir arı çevremde dolaşmaya başlar.)
-LAN DURUN!
-96,97...
-Bi dakka durun! ABLAM!!
-ALLAH RAZI OLSUN!
Yavaşça bulunduğum yere gelmeler, dehşet sahneyi görmeler, ayılıp bayılmalar falan.

Durun diye bağırana kadar zaten 15 sn koluma bakakalmışım. Kan süzülüp aşağı akmasa daha da bakardım. Şimdi onlara uyamazdım. Buradan kurtulmalıydım. Eve gitmeliydim. Çektim kolumu çıkardım (Çığlıklar vol 156) -hala ''AY NASIL ÇIKARDIN BÜKEE İNANMIYOROOOM'' diyenler var. Bana hiç tuhaf gelmiyo. Orada yatıya mı kalmalıydım anlamıyorum.- Hızlı hareket etmeliydim. -Nedense o.O Bir ekşın olmuştu beynimde- Hemen bacağımı ters yöne attım. Öbürünü de atarak aynı şekilde çıkaracaktım. Niyetim oydu yani o.O Bir önceki sahnede kolumun üstünden kasımı parçalayarak geçen ve altından çıkan demiri, ayağımın kaymasıyla çıktığı yerden sokup daha aşağıda bir yerden çıkarmayı çogzel başardımmm. Ne oldu? Hjbijey. Soktuğum gibi geri çıkardım onu da. İnsanlar artık dehşetin son raddesinde, kendilerini jiletliyolar falan...İndim duvardan. Eve gidiyorum. Giderken de bi yandan ağlıyorum, bağırıyorum ''NOOLUR ANNEMLERE SÖYLEMEYİN NOOLUR YALVARIRIM LÜTFEN''. Ulan amk beyinli gerizekalı özürlü! Neyi söylemiyolar göt kafalı?! Kolun yarılmış, içinden kaslar fışkırıyo, mal!
Öyle de malca bi şoka girmişim hani.

Eve gittim. Annemle babam içlerine doğmuş gibi kapıyı bir çift halinde mesut bahtiyar açtılar.
''Anneeğğ''
Bu sesle annemin kolumu gördüğünde verdiği ''BÜKEEEĞĞ'' tepkisi birbirine karışarak apartmanda ekolandı... Babam hiçbir şey demedi bile. Bağırmadı çağırmadı. Sadece bana ''Ulan bıktım senden bee'' dercesine bir bakış attı. Üzerine bir hırka aldı. Annem de peşinden çıktı. Acile gittik. Acil'de de giriş kapısından hastanenin giriş kapısına kadar bi kuyruk... Etraf burnundan sümük akan çocuklar ve ebeveynleriyle dolu. Tabi çocuklar o sırada ateşten havale falan geçirmek üzereler büyük ihtimalle ama kendi halime bakınca onlarınki sinek ısırığı falan geliyo... Annem kuyruğu yardığı gibi en öne atladı. Arkadan bağırışan ebeyevnlere de döndü, hakaret falan etti. Daldı içeri. Kendi annem diye söylemiyorum, çoğayıplamıştım.

Beni gören doktorcuğum hemen ameliyathaneye aldı bizi. Ben de hala mal mal ağlıyorum ''Anne noğlur dikiş atmasınlaaarr'' falan diyorum. Ama acı yok. Korkudan ağlıyorum. Niye korktuğumu da bilmiyorum. Öyle amago bi durum yani.

Beni yatırdılar masaya. Annemden garip garip sesler çıkıyo falan. Zorla attılar onu dışarı. Amk doktorunun da bi hastası mı gebermiş neymiş... Telefonla konuşup duruyo mal karı. Bi de bana diyo ki utanmadan ''Şimdi uyuşturucu iğne yaptık biz -görebiliyorum salak- bu etkisini göstersin, ben de bi görüşme yapıp geliyorum.''. Ben otistiğim ya, anlamıyorum sanki, beni keklicek!

45 dk telefonla konuştuktan sonra 3 saatlik bir ameliyatla kas dokum, yağ dokum, lif dokum, et dokum, deri dokum, her bokum dikildi. Ben sıkıntıdan patladım. Ameliyatı da izletmiyo amk karı. Tuttu kafamı 2 hemşire, çeviremiyorum. 3 saat tavanı izledim amago. Hayatımın en mal saatleriydi. Sonra sardılar falan işte. Geçmiş olsunu çaktılar. Ben soğağa çıktım. O da nesi?! Bütün mahalle hastaneye gelmiş ohannes. Ben mutluyum, gülüyorum falan. Babam ''amk senin gerizekalı kız'' gibi bakıyo, karılar ağlıyo... Lan benim umurum değil, neyin tasası bu?!

Bitti mi?! Bitmemiş amk. Amago doktor karı ''kırık olabilir, Haydarpaşa numuneye gidin'' demiş. Babamın araba bakımda. Komşunun yeğeni götürdü bizi. O da bi artiz bi artiz... Hasta var diye kornalara basıyo, bi ekşın hareketler, atraksiyon dolu sollamalar falan. Gören ölüyorum falan sanar. Gittik, film milm çektiler. Tabii ilk saatler hiç acımayan kolum soğuğu da yiyince öcünü almaya başladı. Filmi çok zor çektirdik. Baktılar. Bi bok yokmuş. Hatta kemiğe 1 mm kala durmuşum. Yetenek işte (H).

Bir ton ağrı kesici ve antibiyotikle eve döndük. Gece 3 ama sanırım ben hala şoktayım, oturup ağlamam lazımken bi çene bi çene... Kolumun altına yastık yerleştirip zorla yatırdılar beni. Annem hala ''Ay Büke sen beni bi gün öldürceksiiin'' falan diyo. Öylece uyumuşum ben.

Bu olaydan 2 sene sonra kışın soğukta azdı en son ağrıları. Kolumu oynatamıyodum. Ödemmiş, kuruttular. Ondan beri çok soğuk olmadıkça ağrımaz pek. Bi tek mıncıklarsan........... İşte ozman ölebilirim.

Böylece zayıf noktamı da öğrenmiş oldunuz. Evet harika.

Bu olaydan bana yadigar 3 izim var. Eğer uslu bir çocuk olursanız bir gün size de gösterebelirimm k5.
Eee, yani... Kolumu o.O
İks oğ iks oğ... Gasip görl (Nalakaysa).

20 Şubat 2011 Pazar

ÇocuklukTramvayı.

Geçen gün kardeşimle odada küçüklüğümüze dair abuk subuk ve kesinlikle hatırlanmaması gereken anılarımızı anlatırken daha önce farkına varmadığım ama aslında evlat acısı gibi koymuş bir çok kötü anım olduğunu anladım. Hani unutamamışım da unutamadığımın da farkında değilim gibi. Tamam.

Anlatırken harbiden beni derinden yaralamış, zamanında içime oturmuş bir anımı da hatırladım. Şimdi anlatırken gülüyorum ama o zamanlar yiğitliğe bok sürdürmemek için ağlayamamıştım bile. Boğazımda düğüm düğüm, gözlerim dolu, dişlerim sıkılı içime attığım yegane bir acıydı.

Anasınıfındayken insanın gözü tabii ki oyundan başka bir şey görmüyor. Etrafınız oyunvak adası gibi. İnsanın gözü dönüyor. Misafirlikte komşu kızının elletmediği sarı saçlı bebek gibi bir faktör yok. Her şey senin. Tek bir şey hariç...

Evet, bunca güzel kaidenin bir istinası vardı elbet. Kesinlikle elleyemediğimiz bir oyuncak seti... Hocamız yasaklığından kaynaklanan sempatimizi bildiği için onu bize karşı kullanıyor, sessiz olmamıza ödül olarak gösteriyor, bunca şeye rağmen bu ödülümüzü de asla vermiyordu. İyi arıydı ama bu huyuna gıcık oluyodum.

Bir gün gerçekten ''çiçek olursak'', gerçekten onlarla oynayabileceğimizi söyledi. Çok ciddiydi, gözlerinde görebiliyorduk bunu. -Bu arada ben oyuncağın ne olduğunu söylemedim o.O Bir şey değil okur. Kazma-kürek takımından başka bir şey değil. Evet tüm o çilelere katlanmamızın tek sebebi ucuz bir çift hafif plastik kazma kürek takımıydı. Mantığımıza kafam <3-

Harbi harbi son yarım saate kadat çiçek olduk .Hoca da son yarım saat harbi harbi sözünü tuttu, setleri getirmeye gitti. Heyecandan geberecektik sanki. Hoca herkesin eline birer takım verirken gözlerdeki o parıltıyı görseniz ''Geleceği bunlar kurtaracak, ayran men falan olacaklar'' derdiniz.

Bahçeye çıktık. Herkes mutlu, huzurlu. Kendi yerlerimizi tuttuk. Ve hoca ''Başlayabilirsiniz'' dedi. Küreği toprağa sapladım. Artık her şey güzeldi. Evren güzeldi. Harika bir duyguydu bu... Tam o sırada sevgili Cihan <3 -ismini asla unutmayacağız- yanıma geldi. Abuk subuk bişeyler söyledi. Saçmaladı. Ben de gıcık oldum. Hiçbir şey demedim. Küreği sapladığım yerden çıkardım ve onun kafasına 'vurdum'. Ama plastikle kafa yarabileceğimi sanacak kadar saf olan ben değdirmekten başka bişey yapmamıştım tabii ki. Sonra hiçbir şey olmadı. O bana kızmadı ya da ben ''Aa ne yaptım been'' demedim. Tekrar toprağa sapladım küreği. O da yanımda bir yerde toprakla debeleniyordu. Herkes mutluydu. Ta ki o lanet olasıca ses duyulana kadar. ''Büke! Ne yaptığını sanıyosun sen?!'' Oha ne yapmıştım? Ne oldu? Anlayamadan hoca yanımda bitti. ''Naıl vurursun pis şeyle arkadaşının kafasına?!'' dediği gibi kaptı elimden kazmayı kovayı. Küreği çıkardı yerinden. İşin sonunu görebiliyordum ama görmek istemiyordum. Daha başlamamıştım bile. Böyle bitemezdi. Ve o cümle hocanın dudaklarından dökülüverdi. ''Geç bakıyim içeri! Cezalısın! Yok sana oyun!''......... ''Ama hocam'' bile diyemedim. Kalakalmıştım. O an hayat benim için bitmişti. Dünya bitmişti. Ölebilirdim, umurumda olmazdı. Ağlayamadım bile. Tepkisiz kaldım. Gözlerim Sünger Bob'un gözleri gibi iri iri olmuştu. Ayaklarımın beni nereye götürdüğünün farkında değildim. Amaçsızca bir yerlere ilerliyordum. İçeri geçtim ve kalan yarım saati pencerenin önünde onları izleyerek geçirdim. Cihan'ları... Boğazımda düğüm düğüm, gözlerim dolu, dişlerim sıkılı... Bir de o var; Ağlamıyoruz. O zamanlar bile artizim yaa bu kadar olur.

Bir umut tekrar yaparız diye avuttum kendimi hep. Ama o zaman hiç gelmedi. Anasınıfından mezun oldum ya onla oynayamadan, gözüm açık gidersem Büke dediydi dersiniz. Mezara götürecek sanki! Gerizekalı! Neyin tasası bu?!
Hayır bendeki neyin tasasıydı onu da bilmiyorum. Dünyada başka kazma-kürek yoktu sanki.

Hayatımda ne ilk aşkım, ne kaybettiğim uğurum, ne en sevdiğim t-shirt'ün parçalanması, hiçbir şey bu kadar koymadı bana. Ağlasam belki o zaman, bu kadar kasmazdım belki de. Belki hoca acıyıp oynattırırdı bile olmadı...
Şimdi olsa ağlar mıyım? Sanmıyorum. Aksine o zamanlar bilmediğim bir duygudan da geberirdim: Öfke! Zaten benim başıma ne geliyosa ya artizliğimden ya öfkemden ya da haydutluğumdan... Haydutluk maceralarım daha da beter. Başka kayıtlara inşallah.

Görüşmek üzre okur!

Okullu. O kullu. O kuullu.

Malumunuz okullar açıldı. Bununla birlikte eğitim sektöründe sistemin kölesi olan bir çok birey de isyanda... O topluluktan bir birey olan ben de tatil açısından çok muzdaripim doğal olarak. Okul açıldı-Tatil yetmedi. Klasikleşmiş bir kalıp olan bu düşünce sistemi, 9 ay tatil-3 ay okul olsa yine de asla yıkılamayacak bi olay, yalan söylemeyelim şimdi... O tatili hiçbir zaman yetiremeyeceğiz. Bana da yetmedi tabii. Yetmeyeceğini de baştan biliyodum aslında. 2 haftalık tatil boyunca fırsat bulduğum minimum sürelerde dahi ''Allah'ım tatilin son gecesi bi grip olayım, çakayım 3 günlük raporu tatil yapayım.'' düşüncesiyle büyük bir huşu içinde dua etmiş olsam da, tutturamadık tabii ki... Benim bünyemde değişik bişey var; 2 sene de bir grip oluyorum, ama oldum mu da tam oluyorum. Şöyle bi hafta, yatak döşek falan. Dualarıma ek olarak çabalarıma da devam ettim tabii. Tozlu yerlerde dolaşıp, terli terli su içmesem de, kendimizce yaptık bişeyler. Bağrım böğrüm açık gezdim mesela -ve inatmış gibi tüm tatil hava 60 dereceydi.-, öksüren kardeşimin -çok pis hastaydı- ağzına girdim mesela -şansa bak ki ondan bile kapamadım, daha hiç bişeyden kapamam herhalde-. Sonuş olarak hasta olamadan okul sezonunu açtık -Aradaki burun tıkanıklığı ve kokoreç zehirlenmesinden mütevellit 2 gün mide bulantıları içinde kıvranmamı saymıyorum-. -Bu arada tüm tatil boyunca havanın güneşli olması ve okulun açıldığı havanın -5 dereceye düşmesi lanet değil de nedir? Bak bunu twit atıcaktım zamanında, unutmuşum.- Velhasıl okul başladı, ilk haftayı da kaça maça -kupa, as. Iyy tamam.- atlattık. Ders yoktu zaten, rahattı. Şimdi asıl kabus yarın ilk ders din ve sonrasında inkılapçımızın iki derste bize yazı bakımından bir kitap çıkaracak performansı sergiletmesi ve hafif siklet el kası yapmamızı sağlamasını takiben başlıyor. Allah tüm sistemin kölesi kardeşimizin gazasını mübarek eylesin.

Bu arada ben hala turp gibiyim.
Çok konuşuyorum zatürre olacam görcem günümü.
Tamam sustum.

İyibokyedik

Hazır ebeveynlerime ergen atarı yapıp odama kapanmışken, blogu da fişekleyelim dedim. Niyetim bugün akşama kadar 5 tane yazmak. Desteklerinizi esirgemeyin efenim.

Atarımın sebebi malum şeylerden kaynaklı ebeveynlerin birey üstüne gelmesiyle oluşan sinir krizinden ibaret. Malum şeyler neler? Derstir, efenime söyliyim internetin başında geçirilen zamandır, telefonun elimden düşmemesidir -ki bir sevgilim bile yok, o kadar masumum yani- falandır, filandır. He bir de bunlara eklenen ''Son günlerde çok alışveriş yapıyosun'', ''Çok geziyosun'' -ki bir sevgilim bile yok, o kadar masumum yani- ve yakında gideceğim toplu doğum günü partileri için elbise + ayakkabı + hediye + bilet parası + orada tüketilecek meyve suyu (!) başlığı altında istediğim yüklü miktarda para da var.

En son olay dün akşam saat 9 sularında sabah 8'den akşam 9'a kadar internet başında sörfing yaptığım için patladı. Patladı derken, mecazi değil. Harbi patladı çünkü tüm bu saydığım sebepleri 2 dk içinde toptan söylediler. Tek seferde... Anlatmaya çalışıyorum ''Hayır yua öyle değil böyle!'' demeye çalışıyorum ama nafile. Yook. Bi de inandıramıyoruz efendileri... Sanki 3 öğün yalan söylüyorum ben.

E hal böyle olunca sayın okur, en sonunda da ben patladım. Orta halli bir sinir krizinden sonra odama kapandım. Ağladım, sustum. Susarken Berk'le konuştuk. Sonra uyumuşum işte.

Peki bitti mi? Asla!! Küsüm işte. Kapımda sürünecekler, hönkür hönkür ağlayacaklar, ''Yavrum, etme, eyleme, gel barış'' dicekler. -Öhö möhö, tamam biraz daha hafifletebilirsiniz- BARIŞMAYACAĞIM!

Çogzel. Barışmayacağım barışmasına da...
Ulan açım! Sofraya gitmiyorum. Kendim hazırlamalıyım. Ama olmuyo. Çünkü bilmiyorum malumunuz amk!
Yarın da SMS'im bitiyo. İnternet paketim de bitti. Kontöre ihtiyacım var. Dolaylı olarak ebeveyn parasına.

Off bilmiyorum. Kafam çok karışık... -Bu cümleyi hep karmaşık erkek ilişkilerim için kullanmak istemiştim bir gün, çok havalı. Kısmet böyle malca bişeyeymiş. Napalım...-

Bir zehirlinin hikayesi.

Bu yazıyı aklımda kurguladığım sırada lanet olası midemin bulantılarından henüz kurtulmuş, spazmlarıyla cebelleşirken yatağımda yatmaktaydım. -Ne akla hizmet bilmiyorum, işim yok bunu düşünmüşüm- Evet! Evet, evet, evet! İtiraf ediyorum açım. Çoğaçım. Ama bana da acımalısınız. Annem çalışıyo, babam çalışıyo -Gerçi babam çalışmasa da ondan ne gibi bi fayda sağlamayı düşünüyorum o da muamma ama- 10 yaşındaki kardeşimin eline bakıyorum. O yaparsa yiyorum o yapmazsa yemiyorum. Sebebi? Sebebi bi bok yapmayı bilmiyorum da ondan!! Böyle bildiğin, yemekten haberim yok. Çay demlemek falan. -Oha dur evde kalcam. Yok yok şey yapabiliyorum. Harika sosis yaparım. Salçalı. Bi de şey... şey ya şey işte. Hay ben senin...- Neyse işte efenim, bu sebeplerden ötürü, ben genel olarak açım. Kardeşim de yapmıyo artık. ''Bana ne öğren'' falan diyo. Bi ergen ruh halleri falan. Kırıcam ağzını yüzünü...

   Neyse. Genelde açım evet ama... Kokoreç yememin sebebi vallahi o değildi ya. Çok canım çekiyodu ne zamandır. Ay canıma tüküreyim. Canımın istediği taraflarını eşşek arıları sokaydı da yemeseydim. Ya ben ne bileyim ya. Lanet olsun lanet.

   Efenim. Hikaye şu: Sinemaya gittim. Kardeşim ve arkadaşını da götürdüm. -Aşk Tesadüfleri Sever'e tabii ki. O kadar güncelim yani.- Sonra sinemadan çıktık. Sonra gittik Şampiyon Kokoreç'e. Onlar döner aldı. Ben kokoreç -tabii ki bi zıt olacam, olmazsam götüm patlar!- aldım. Sonra eve geldik, ben internete baktım, sonra çok toktum bi halt yemedim yattım. 

   Sonra, aa uyandım. Ama bişey tersti. Sabah değildi. Karanlıktı. Hayır ya, o da değildi. Bişey vardı. Bişey... -Soslu makarna, evet bir de onu yapabiliyorum.- ama neyy? -ney değil zurna, ııy tamam tamam- Midem bulanıyodu. Evet tanım buydu. Ama çok, çok, oldukça çok bulanıyodu. Uzun bi süre bununla cebelleşmeye çalıştım. Olmadı. Tuvalete gitmeye karar verdim. Ama ne yapacağımı bilmediğim için öyle gittim geldim. Asıl olaya odaklanmak istemiyordum. Çünkü onu yapınca içim dışıma çıkıyo ve ben bundan nefret ediyorum. Ama iş ciddiye binmeye ve artık kendime hakim olamamaya başlayınca, bu işin farz olduğunu anladım ve gittim oturdum klozetin başına, kustum. 

   O da ayrı bi tantana. Kusuş o kusuş. Daha sabaha kadar 5 posta daha kustum. Aman ne güzel. Kimse de uyanmıyo. Gacırtı yapıyorum, gucurtu yapıyorum, ''Anne kızın hasta olduu, gel nazlaa'' diyorum, cıık. Yok. Kimsecikler de tık yok. Şimdi hatırlıyorum da... O sırada sevgili Berk'e ''ölürsem kabrime gelme istemem'' tarzı bişey yazmıştım. O sıralar saat 03.35 idi. Malumunuz 3 saatlik uykuyla geceyi bitiren ben, ertesi sabahta kusma girişimlerim nedeniyle uyuyamadım. Hatta gün boyu uyuyamadım. Yatamadım, kalkamadım da. O nasıl bir ağrıdır abi yaa. Televizyonda yataklarında rahatça dönebilen insanları görüp ağladım. Binbir Gece'de Onur'la yapıp yapmamak arasında kalan Şehrazat'a ''siktir lan ağlama zır zır senin miden bulanmıyo bile'' dedim. Vallabilla yaptım yani. Bi ara tuvalete gittim. Bitkin bir halde orada uyuyakalmışım. Yerde, klozetin tepesinde.

   İşte. O günü öyle bitirip gece bu yatağa yattığımda da, birden bire kendimi aklımda bu yazıyı kurgularken buldum. Zehirlenmemin kaynağına gelince... Kokoreç ile kokoreçin içine dayadığım yarım çay bardağı pul biber ve üzerine yediğim acı biber turşularının mideme ettiği eziyet arasında gidip geliyolar. Bilemiyorum.

   Tek bildiğim 30 yaşıma kadar kokoreç ve döner yüzü görmek istemediğim. Hatta adını bile duymak istemiyorum. -Yeteer, duymak istemiyorum, yeter!-.

Bücürlük...

Şimdi ben bunu yazıyorum ama kendi yaşımgillerden bi kızcağız bunu yazmış olsa da ben de okusam ''Ulan daha 17 yaşındasın ne gördün ki gerizekalı? Ergen misin nesin kime bu atarın?!'' derdim. Ama... Ne olursa olsun, kaç yaşımda olursam olayım, özlediğim tek bir şey olacak. Ne eski sevgilim, ne ilk aşkım, ne de kaybettiğim en değerli bluzum... Sadece ama sadece, her yaştan insanın tek seferde verebileceği tek bir şey olacak; ''Çocukluğum''. Çünkü...

   Çünkü hayat, oyuncak bebeklerimin suratını tükenmez kalemle çizerken, Barbie'lerimin dudaklarını annemin rujuyla boyamaya çalışırken basitti.
   Çünkü hayat, sırf ''Gemilerde Talim Var''ı söylüyor diye Beyazıt Öztürk'ü şarkıcı sanarken komikti.
   Çünkü hayat, saçımı çektiler diye ağlarken acıtandı.
   Çünkü hayat, bebeğimi yere attığı için ona tükürürken saldırgandı.
   Çünkü hayat, sakızımı çıkarıp oraya buraya yapıştırırken umarsızdı.
   Çünkü hayat, tozlu yerlerde dolaşıp hastalanınca da anne diye ağlarken ikiyüzlüydü.
   Çünkü hayat, çocuğun öpüşerek falan yapıldığını sanarken saftı.
   Çünkü hayat, legolardan kule yaparken heyecanlıydı.
   Çünkü hayat, annem bana çikolata alacağı için sevinçliydi.
   Çünkü hayat, şarkıları ezberlediğimi düşünüp kendimce uydurarak söylerken havalıydı.
   Çünkü hayat, büyüklerimden duyduklarımı kızlara satarken bilgiliydi.
   Çünkü hayat, doğum günü partime tüm sınıf katılınca sosyaldi.
   Çünkü hayat, tuvaletimi söylemenin neden bu kadar önemli olduğunu sorduğumda ''Artık büyüdün, koca kız oldun'' demelerine rağmen laflarına karışınca ''Sen sus bakıyim, daha küçüksün her şeye karışma öyle'' dedikleri için gıcıktı.
   Çünkü hayat, patates kızartmalarının bittiğini öğrendiğimde mutsuzdu.
   Çünkü hayat, kızların dersleri olduğu için dışarı çıkamadıklarında sıkıcıydı.
   Çünkü hayat, yakar top oynarken hıslıydı.
   Çünkü hayat, hulahop çevirmeye çalışırken azimliydi.
   Çünkü hayat, annem bana kereviz yedirmeye çalışırken mide bulandırıcıydı.
   Çünkü hayat, annemin kremlerini, makyaj malzemelerini sürünürken meraklıydı.
   Çünkü hayat, ailece gezmeye çıktığımızda bana dondurma alırlarken huzurluydu.
   Çünkü hayat, kavga olduğunda kızları savunurken sadıktı.
   Çünkü hayat, çöpün başında kalem açarken makaraydı.
   Çünkü hayat, gömleğimizin yaka düğmesi kapalıyken örnekti.
   Çünkü hayat, sevmediğim yemekleri peçetenin arasına sıkıştırıp çöpe atarken üçkağıtçıydı.
   Çünkü hayat, battaniyeleri dolap kapakları arasına gerip çadır kurarken eğlenceliydi.
   Çünkü hayat, bakkal ''Şurdan bi sakız al'' derken beleşti.
   Çünkü hayat, voleybol maçını erkekler aldığında alçaktı.
   Çünkü hayat, yarım metre enindeki yolda bisiklet yarışı yapmaya çalışırken zordu.
   Çünkü hayat, annem sarılırken ''Annecim seni seviyorum de bakıyim'' dediğinde tekrarlarken sevgi doluydu.
   Çünkü hayat, en sevdiğim renk pembeyken tutkuluydu.
   Çünkü hayat, takım elbise giyince babama hayran kaldığımda aşıktı.
   Çünkü hayat, bisikletten düşüp ağlaya ağlaya eve giderek anneme yaramı gösterdiğimde nazlıydı.
   Çünkü hayat, bisikletimin tekerleği fosil olduğunda pislikti.
   Çünkü hayat, anneme ''Yemiyyceem'' derken inatçıydı.
   Çünkü hayat, annemle kavga etsek bile gece korkmayayım diye beni yatırmaya geldiğinde karşılıksızdı.
   Çünkü hayat, öğretmene ''Ödevimi evde unuttum'' diye ağladığımda saçımı okşarken anlayışlıydı.

   Çünkü hayat, büyüyüp dert üstüne dert binmeden önce, ergenlikte saçmalamadan önce, bişeylerin farkına varmadan önce, omzumdaki tek yükün okul çantam olduğunu bilmediğim günlerde güzeldi. İnsan bunu çok sonradan fark ediyormuş halbuki... Her şey en basit haliyle bize sunulmuşken biz annemizin topuklu ayakkabılarını giyip babalarımızın tıraş köpüklerine bulanarak büyümeye çalıştık. E insan elindekinin kıymetini hep kaybedince anlamıyor mu zaten?!

Artislik taslama işte len!

(Not:Bu ne bir kız ne de bir erkek için yazıldı. Herkes kendi üzerine alınsın.)
   Bilmiyorsun, bir gün hiç beklemediğin bir anda başına gelebilecek bişey anlatıyorum. 
   Şimdi sen ortalıklarda ”O neymiş yeaa, yalan onlar boş iş” diyosun ya…
   Okuduğun yere, çalıştığın işyerine, ortak bir yere işte, ya da oturduğun kafeye, yemek yediğin restorana, kaldığın otele, ”O” gelecek.
Kendi çapında takılırken, saniyenin 64’te biri sürede göz göze geleceksiniz, sen umrunda olmadan kafanı çevireceksin, o da çevirecek. Sonra senin kafanda o ”click” duyulacak. 1 saniye dolmadan tekrar dönüp ona bakacaksın. Bakacaksın. Sonra ”amaan” diyip kafanı çevireceksin. O an önünde ne varsa onunla ilgilenmeye çalışacak, aynı zamanda da onu kontrol etmekten kendini alamayacaksın. Sonra o, senin ona baktığını farkedip sana bakmaya başlayacak. Yanında arkadaşları varsa gizliden seni onlara söyleyecek. Arkadaşları çaktırmadan dönüp sana bakacak. Utanacaksın. Kafanı çevirip bir daha bakmayacağına söz vereceksin. Ama bu sefer o seni kesmeye başlayacak. Bunu farkedecek ve sende bakacaksın. Bakışacaksınız işte. Elektrik mi dersin, kıpırtı mı derdin, ben bilmem. Artık nasıl tanışırsınız onu da bilemem.
   Ve hazır ol! Herşey böylece bitmiyor. Onu her gördüğünde kalbin kaburgalarını parçalayıp dışarı çıkacakmış gibi hissedeceksin. Karnının kelebeklerle doluştuğunu, eline dokunda sıcaklığın seni cehennem ateşi gibi çarptığını, Kasım’da değil on iki ayda aşkın başka olduğunu anlayacaksın. Ona bir şey anlatırken dilinin birbirine dolandığı, söyleyeceğin şeyi unuttuğun, bazen söylediği ”pırasa” ya da ”otomobil” gibi sıradan kelimelerin bile sanki bir ozanın dillerinden dökülüyormuş gibi ahenkle dudaklarından çıktığını farkettiğin günler gelecek. Arkadaşlarını onun için sattığın, türlü yalanlar söyleyip ”Yalan kötüdür, cıss” kuralını yıktığın günler gelecek. Hava yağmurluyken sakin ama huzurlu bir sevgili olacaksın. Hava güzelken, nasıl bir sevgili olursan ol, kendi içinde daha bir sevinçli olacaksın, kalbin daha bir heyecanlı olacak. 
   He, herşey günlük gülistanlık’ta olmayacak elbet. Kavgalarınız olacak, ciddi ya da salak sepet şeyler için… Tripleriniz olacak, ”Çok kıskanıyo” diyeceksin, ”Herşeye kızıyo” diyeceksin, ”Abartıyo” diyeceksin, ama yine de seveceksin, sebepsizce, hiç bir şeyi takmadan, bıkmadan, usanmadan, ilk günkü gibi… Çünkü aşk budur abi… İyi günde kötü günde, kavgada barışta, soğukta sıcakta, hep onu göreceksin. 
   Ama şunu unutma, sevdiğin kadar sevileceksin. Bir insanın baş üstünde de olabilirsin, bel altında da… Yüreği de olabilirsin, küreği de… O yüzden, dikkatli ol, karşındakini iyi seç, ama ilk önce kendini belirle, asla boşlukta olma, asla başkası olma, asla karşındakini kaybetme… Karşındaki kaybedilmemeye değecek biriyse… 

Ders çıkarılacak mevzular!

Bir varmış, bir yokmuş. Ben Playstation 2 eskidi diye çöpe atıp 3.yü bekler iken, kardeşim benimde bir kemıralı cep telefonum olsun diye ağlar iken, karılar tellak, ter kokan herifler lüx berber iken, komşumuzun minik bebesi kendi çapında tıngırı mıngırı sallanır iken, ve tabii ki Ajda Pekkan'ın burnu estetiksiz iken buralarda bir atasözü çıktı gülüm... ''Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı züker imiş.''.Çok merak ederim bir ayı bir insanı nasıl züker? Şimdi doğa kanunu olarak bu herifin *mcuk anlayışı farklıdır yani, sonra bu herif gay mi? Niye herifi züküyo, bedevi karı olmaz ki. Hem bu ayıda mide de mi yok? Bedeviler genelde Arap olur. Kapkara götü mü züküyo işi gücü yok? Ya zaten dikkatinizi çekerse ayının çölde ne yaptığına değinmiyorum. Yani ''Mal ya bu kız, atasözünün manasını çözememiş, atıyo tutuyo'' falan diyebilirsiniz, demeyin. Maksadım bu harika özlü sözümüzün hangi uydum akıllı atamızın aklına geldiği... Yani şanssız bir insan için binlerce örnek içinden bunu mu seçmiş? Sonra bu ayı o herifi zükünce karısını aldatmış olur mu? Ben onun partneri olsam bi daha herifin yüzüne bakmam lan! Midesiz! Sonra, ayının zükü farklıdır di mi? Yapısı gereği büyük falan, bedeviye nasıl şeettirmiş? Bu kadar derin ve terbiyesiz konulara değinmek istemezdim ama birilerinin bunu kurcalaması lazım. Felsefi bilgi değil ki bu. Acaba felsefi mi lan? Bence bilimsel... İnsan-Hayvan anatomisi falan... Bak görüyo musun atalarımızın bir yüce özelliği daha çıktı. Pusula, barut derken daha kim bilir neler keşfetmiş ulularımız kim bilir?!! He bir de şu var. Burada bedevi şanssız olmayabilir. Belki adamın içinde derinlerde bir yerlerde yanıp tutuşan bir cevher var?!! Belki zevk aldı olaydan?!! Neden adamı bahtsız görüyoruz ki?.. Bence bedevinin fikri sorulmalıydı. Zekeri hoca'ya sorsak mı ''Kutup ayılarının bedevileri zükmesi caiz midir?'' diye... He bir de o var evet. Şimdi bilime göre bu hayvan diye nitelendirdiğimiz grubun düşünme yetisi yok. Öyle değil mi? Öyle... Ne demişler ''İnsan düşünen bir hayvandır.''. Demek ki insan haricindekiler düşünemiyorlar. O zaman bu kutup ayısı bu adamı zükse günaha girmiyo bu biiir... Hayır züküyosa ve düşünme yetisi yoksa bunu istemsiz yapıyo demektir. Yani şimdi bu olay kutup ayılarının doğasında mı var? Ne görseler züküyolar mı? Oha! Hmm... Tamam o zaman... Evet çocuklarımm... Buradan çıkardığımız ders neymiişş? Bir kutup ayısıyla karşılaştığımızda bizi yiyecek diye değil zükecek diye kaçacakmışız (Özelliklede Araplar)! Vee kesinlikle kuzey ülkelerine ve kutuplara seyahate gitmeyecekmişiz! Allah eskimoların yardımcısı olsun.