20 Şubat 2011 Pazar

Bir zehirlinin hikayesi.

Bu yazıyı aklımda kurguladığım sırada lanet olası midemin bulantılarından henüz kurtulmuş, spazmlarıyla cebelleşirken yatağımda yatmaktaydım. -Ne akla hizmet bilmiyorum, işim yok bunu düşünmüşüm- Evet! Evet, evet, evet! İtiraf ediyorum açım. Çoğaçım. Ama bana da acımalısınız. Annem çalışıyo, babam çalışıyo -Gerçi babam çalışmasa da ondan ne gibi bi fayda sağlamayı düşünüyorum o da muamma ama- 10 yaşındaki kardeşimin eline bakıyorum. O yaparsa yiyorum o yapmazsa yemiyorum. Sebebi? Sebebi bi bok yapmayı bilmiyorum da ondan!! Böyle bildiğin, yemekten haberim yok. Çay demlemek falan. -Oha dur evde kalcam. Yok yok şey yapabiliyorum. Harika sosis yaparım. Salçalı. Bi de şey... şey ya şey işte. Hay ben senin...- Neyse işte efenim, bu sebeplerden ötürü, ben genel olarak açım. Kardeşim de yapmıyo artık. ''Bana ne öğren'' falan diyo. Bi ergen ruh halleri falan. Kırıcam ağzını yüzünü...

   Neyse. Genelde açım evet ama... Kokoreç yememin sebebi vallahi o değildi ya. Çok canım çekiyodu ne zamandır. Ay canıma tüküreyim. Canımın istediği taraflarını eşşek arıları sokaydı da yemeseydim. Ya ben ne bileyim ya. Lanet olsun lanet.

   Efenim. Hikaye şu: Sinemaya gittim. Kardeşim ve arkadaşını da götürdüm. -Aşk Tesadüfleri Sever'e tabii ki. O kadar güncelim yani.- Sonra sinemadan çıktık. Sonra gittik Şampiyon Kokoreç'e. Onlar döner aldı. Ben kokoreç -tabii ki bi zıt olacam, olmazsam götüm patlar!- aldım. Sonra eve geldik, ben internete baktım, sonra çok toktum bi halt yemedim yattım. 

   Sonra, aa uyandım. Ama bişey tersti. Sabah değildi. Karanlıktı. Hayır ya, o da değildi. Bişey vardı. Bişey... -Soslu makarna, evet bir de onu yapabiliyorum.- ama neyy? -ney değil zurna, ııy tamam tamam- Midem bulanıyodu. Evet tanım buydu. Ama çok, çok, oldukça çok bulanıyodu. Uzun bi süre bununla cebelleşmeye çalıştım. Olmadı. Tuvalete gitmeye karar verdim. Ama ne yapacağımı bilmediğim için öyle gittim geldim. Asıl olaya odaklanmak istemiyordum. Çünkü onu yapınca içim dışıma çıkıyo ve ben bundan nefret ediyorum. Ama iş ciddiye binmeye ve artık kendime hakim olamamaya başlayınca, bu işin farz olduğunu anladım ve gittim oturdum klozetin başına, kustum. 

   O da ayrı bi tantana. Kusuş o kusuş. Daha sabaha kadar 5 posta daha kustum. Aman ne güzel. Kimse de uyanmıyo. Gacırtı yapıyorum, gucurtu yapıyorum, ''Anne kızın hasta olduu, gel nazlaa'' diyorum, cıık. Yok. Kimsecikler de tık yok. Şimdi hatırlıyorum da... O sırada sevgili Berk'e ''ölürsem kabrime gelme istemem'' tarzı bişey yazmıştım. O sıralar saat 03.35 idi. Malumunuz 3 saatlik uykuyla geceyi bitiren ben, ertesi sabahta kusma girişimlerim nedeniyle uyuyamadım. Hatta gün boyu uyuyamadım. Yatamadım, kalkamadım da. O nasıl bir ağrıdır abi yaa. Televizyonda yataklarında rahatça dönebilen insanları görüp ağladım. Binbir Gece'de Onur'la yapıp yapmamak arasında kalan Şehrazat'a ''siktir lan ağlama zır zır senin miden bulanmıyo bile'' dedim. Vallabilla yaptım yani. Bi ara tuvalete gittim. Bitkin bir halde orada uyuyakalmışım. Yerde, klozetin tepesinde.

   İşte. O günü öyle bitirip gece bu yatağa yattığımda da, birden bire kendimi aklımda bu yazıyı kurgularken buldum. Zehirlenmemin kaynağına gelince... Kokoreç ile kokoreçin içine dayadığım yarım çay bardağı pul biber ve üzerine yediğim acı biber turşularının mideme ettiği eziyet arasında gidip geliyolar. Bilemiyorum.

   Tek bildiğim 30 yaşıma kadar kokoreç ve döner yüzü görmek istemediğim. Hatta adını bile duymak istemiyorum. -Yeteer, duymak istemiyorum, yeter!-.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder